Yeni Lisan Hareketi'nin Öncüsü: Ömer Seyfettin



Yeni Lisân Hareketi, Türk dilinin gelişimi ve modernleşmesi adına 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan önemli bir dil hareketidir. Bu hareket, dilin sadeleştirilmesi, çağdaşlaştırılması ve dilin işlevselliğinin artırılması amacıyla yapılan çabaları içerir.

Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş döneminde ve Cumhuriyet'in kuruluşuyla birlikte dil konusunda da büyük değişimler yaşandı. Dil, modernleşme sürecinin önemli bir unsuru olarak görüldü ve Türkçenin daha etkin, işlevsel ve uluslararası alanda kullanılabilir hâle getirilmesi için çeşitli çalışmalar yapıldı.

Yeni Lisân Hareketi'nin öncülerinden olan Ömer Seyfettin, Ahmet Cevat Emre, Halit Ziya Uşaklıgil, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi isimler, dilin Arapça ve Farsça kökenli karmaşık yapısını basitleştirmeyi ve dildeki yabancı unsurları azaltmayı hedeflediler. Bu dönemde dilde yapılan değişikliklerle birlikte, Fransızca, İngilizce ve Almanca gibi batı dillerinden de kelimeler Türkçeye kazandırıldı.

Yeni Lisân Hareketi, dilin millî kimlikle bütünleşmesini ve millî kültürün ifadesi hâline gelmesini amaçladı. Bu hareket, Türkçenin zenginliğini korurken onu çağdaş dünyanın gereksinimlerine uygun hale getirmeyi başardı. Bugün, Türkçe, bu hareketin etkisiyle daha sade, anlaşılır ve uluslararası alanda daha fazla kullanılan bir dil hâline gelmiştir.

ÖMER SEYFETTİN KİMDİR? 

Ömer Seyfettin, Osmanlı Devleti’nin günden günde yeni problemlerle yüzleşmek zorunda kaldığı ve karşılaştığı bu sorunlara karşı çözüm önerileri aradığı bir dönemde, 11 Mart 1884 tarihinde Balıkesir’in Gönen ilçesinde dünyaya gelmiştir. Ömer Seyfettin ve onun nesli, yıkılmakta olan bir imparatorluğun son demlerinde dünyaya gözlerini açmış ve genç yaşlarından itibaren Türk milletinin geleceğini inşa etmek üzere var güçleriyle mücadele vermişlerdir.

Yazar, ilköğrenimine Gönen’de başlamış olup babası Ömer Şevki Bey’in görevi sebebiyle eğitimine Gönen’den sonra İnebolu, Ayancık ve İstanbul’da devam etmiştir. Önce Mekteb-i Osmani’ye, daha sonra 1893’te Askerî Baytar Rüştiyesi’nin subay çocukları için açılmış olan sınıfına kaydolan Ömer Seyfettin, 1896 yılında bu okulu tamamlayarak Kuleli Askerî İdadisi’ne kaydolmuştur. Daha sonra Edirne Askerî İdadisi’ne nakil yaparak eğitimine burada devam etmiştir. İlk edebî çalışmalarını burada, öğrencilik yıllarında ortaya koymuştur.

Edirne Askerî İdadisi’ndeki öğrenimini 1900’de tamamlayarak İstanbul’a dönüp Mekteb-i Harbiye-i Şahane’ye başlamıştır. Yayın hayatına girişi, Mecmua-i Edebiye dergisinde şiirlerinin yayımlanması ile gerçekleşmiştir. Mezun olduktan sonra piyade asteğmeni rütbesini alarak Selanik merkezli Üçüncü Ordu’nun İzmir Redif Tümeni’ne bağlı Kuşadası Redif Taburu’na tayini gerçekleşmiş, 1906’da İzmir Jandarma Okulu’na öğretmen olarak atanmıştır. İzmir’de edebî ve fikrî anlamda kendini geliştirme ve bu alanlarda faaliyetlerde bulunma imkânı bulan Ömer Seyfettin’in özellikle millî edebiyat konusundaki fikirleri bu dönemde oluşmuştur.

ÖMER SEYFETTİN VE YENİ LİSAN HAREKETİ

Ömer Seyfettin, 1909 yılı Ocak ayında Selanik Üçüncü Ordu’da, çeşitli kasaba ve köylerde bölük komutanı olarak görev yapmıştır. Bu görevleri sırasında yaptığı gözlemler sonucunda Balkan çetelerinin Türk düşmanlığını anlattığı Bomba, Beyaz Lale, Tuhaf Bir Zulüm adlı hikâyelerini kaleme almıştır. Selanik ve İstanbul’daki çeşitli dergilerde yazıları ve hikâyeleri müstear isimlerle yayımlanmıştır. Ömer Seyfettin’in “Yeni Lisan” hareketinin başlamasına vesile olan, dil konusundaki görüşlerini dile getirdiği ve Ali Canip’e yazdığı mektup da o sıralarda kaleme alınmıştır.

Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp’ın tavsiyesiyle 1910’da askerlik görevinden ayrılarak hayatını yazar ve öğretmen olarak sürdürmek üzere Selanik’e yerleşmiştir. Yeni Lisan adlı yazısı, Genç Kalemler dergisinde 11 Nisan 1911’de imzasız olarak yayımlanmış, daha sonra Balkan Savaşı’nın başlamasıyla Genç Kalemler dağılmıştır.

Yeniden orduya çağrılan yazar, Yanya Kuşatması'nda esir düşmüş, Atina yakınlarındaki Nafliyon kasabasında geçen on aylık esaret süresi boyunca sürekli kitap okumuştur. Mehdi, Hürriyet Bayrakları gibi hikâyelerinin yazılma tarihi de bu döneme rastlamaktadır. Esaret döneminin hem okuyarak hem de yazarak yazarlık kariyerine olumlu katkılar sağlayan bir süreç olarak geçmesini sağlamıştır.

Millî edebiyat akımının öncülerinden olan Ömer Seyfettin, Maupassant tarzı olay hikâyeciliğinin ilk örneklerini edebiyatımıza kazandırmıştır. Hikâyeciliği bir meslek olarak kabul eden yazar, eserlerinde çocukluk ve askerlik döneminde kendisini derinden sarsan olaylara yer vermiştir. Hikâyelerindeki akıcı üslubunun yanında anlatımını kuvvetlendirmek için efsanelerden, atasözlerinden, deyimlerden de sık sık yararlanmıştır. Hikâyelerinin konusunu çoğunlukla gerçek yaşamdan almış ve realist çizgide eserler vermiştir. Kaleme aldığı eserlerindeki asıl amaç, millî şuuru uyandırmak olmuştur. Bu sebeple daima, sanatın toplum için olduğu ilkesine uygun hareket etmiştir. Hikâyelerindeki kahramanlar için çok yönlü ve derin bir psikolojik çözümleme yapmak yerine olay örgüsünü ön plana çıkarmıştır.

Ömer Seyfettin, Balkan Savaşı sırasında orduya çağrılmış ve Balkan coğrafyasını birebir gözlemleme imkânına sahip olmuştur. Balkan hikâyelerinin kaynağını yazarın o bölgede geçirdiği günlerde edindiği izlenimler oluşturmuştur. Balkanları çok iyi tanıyan yazar; Bomba, Beyaz Lale ve Hürriyet Bayrakları adlı eserlerini bu coğrafyayı mekân edinerek kaleme almıştır. Balkan temalı Hürriyet Bayrakları adlı eseri aynı zamanda Osmanlıcılık ideolojisinin iflas ettiği ana fikrine dayanmaktadır. Toplumun siyasi ve sosyal olaylarını da ele alan yazar, döneminin gösteriş budalası ve Batı hayranı bireylerini Efruz Bey adlı romanında hicvetmiştir.

MİLLÎ EDEBİYAT, MİLLÎ DİL ANLAYIŞI 

Ömer Seyfettin, “Millî bir edebiyat, millî bir dille yaratılabilir.” fikrinden hareketle eserlerinde konuşma Türkçesine yakın, sade bir dil kullanmıştır. Yazarlık hayatı boyunca da bu duruşunu bozmamış, bu anlayışından taviz vermemiştir. Ömer Seyfettin’in kaleminin yeşerdiği dönemlerde Arapça- Farsça tamlamalara sıklıkla başvurulan yayımlar edebiyat sahasında aktif ve yaygındı. Türkçe ihmal ediliyor, ana dilimizden kopuk bir edebî üslup göze çarpıyordu. Edebiyat sahasındaki bu karmaşanın bir benzeri de siyasî alanda yaşanıyor, fikir sistemlerin amansız mücadelesi sürüyordu. Osmanlıcılık, İslamcılık ve Batıcılık sistemleri tıkanmış, umutlarını yitirmişlerdi. Dildeki Türkçeleşme hareketi toplumsal bir tabana yayılmış ve Türkçülük akımını da başlatmıştı. Ömer Seyfettin, memleketin edebî ve fikrî alanındaki boşluğu kapatmış, Türk milletinin hasretle beklediği akımı başlatmıştır. Güçlü kalemi, “gelenekten geleceğe” temeline dayandırdığı fikirleri, Türk edebiyat tarihine altın harflerle kazınmasına vesile olmuştur.

Dili Türkçe olan milletin her ferdi de Türkçüdür. Ömer Seyfettin öncülüğünde millî bir dil, millî bir fikir sistemiyle harmanlanmış, Türk edebiyatını zengin ve birikimli kılınmıştır. Memleketin en zor dönemlerinde kurtuluş çaresi olarak görülen ve nitekim yeni devletimizin kurulmasında da fikrî zemini hazırlayan Türkçülük hareketidir. Bu iki önemli olgunun savunucusu olarak Ömer Seyfettin, yaşadığı dönemde Türk milletinin yetiştirdiği usta kalemlerden ve büyük Türk milliyetçilerinden biri olarak ön plana çıkmıştır.

ÖMER SEYFETTİN’İN YAŞADIĞI DÖNEM

19. yüzyılın sonlarından yakın geçmişe dönüp bakıldığında Osmanlı Devleti, askerî alanda ağır yenilgiler almış, Karlofça Antlaşması (1699) ile başlayan süreçte geniş çaplı toprak kayıpları yaşamış, Balkanlardaki ayaklanmalar ve Anadolu’daki isyanlarla boy gösteren iç karışıklıklar önemli problemleri beraberinde getirmiştir. Sanayi Devrimi’nin ardından ortaya çıkan yeni iktisadi düzene ayak uydurulamamış, Osmanlı maliye sistemi çökmüş, toplumun refah düzeyi oldukça aşağı seviyelere inmiştir. Tımar sisteminin bozulması neticesinde Osmanlı Devleti, hem ekonomik hem de askerî anlamda ciddi kayıplar yaşamıştır. 

İltizam usulünün tatbiki ile vergi toplama işi belirli bir bedel karşılığında kişilere devredilmiştir. Bunun neticesinde, zamanla ayan sınıfı güçlenmiş, devlet ve halk arasında bir köprü vazifesi üstlenmiştir. Bu vesileyle ayanların, siyasi ve ekonomik rolleri günden güne artmıştır. Bu dönemde adeta ademi merkeziyetçi bir yapıya bürünen Osmanlı’da merkezî otorite bir hayli zayıflamıştır. Fransız İhtilali’nin (1789) tesiriyle dünya genelinde yükselen milliyetçilik akımları, özellikle imparatorluk himayelerinde yaşayan milletlerde bağımsızlık fikrini ateşlemiş, Osmanlı Devleti gibi çok milleti yapıların mevcudiyetini tehlikeye sokmuştur. Art arda girilen savaşların giderlerinin karşılanması için maddi kaynak arayışı, halka ağır vergiler olarak yansımıştır. Geçici vergilerin zamanla kalıcı olarak toplanması, yeni vergilerin yürürlüğe koyulmasının yanı sıra kazalarda ve eyaletlerde vergilerin toplanmasıyla mükellef şahısların usulsüz uygulamaları halk nezdinde bir buhran ortaya çıkarmıştır.

Yaşanan bu hadiselerin ardından Osmanlı Devleti’ni ayakta tutabilmek ve hatta ihtişamlı günlerine geri döndürebilmek maksadıyla birçok alanda yenileşme hareketlerine girişilmiştir. Fakat mevcut olan sorunların tam ve doğru olarak tespit edilememesi, uygulanan çözüm önerilerinin kalıcı ve başarılı neticelere ulaşamaması yahut birtakım iç ve dış sebeplerden ötürü kesintiye uğramasıyla Osmanlı Devleti’nin yıkılışının önüne geçilememiş ancak bu çöküş, belirli bir dönem ertelenmiştir.

Osmanlı Devleti’nde alınan ağır yenilgiler ve kaybedilen geniş topraklar, birçok alanda olduğu gibi askerî alanda da eksiklikleri ön plana çıkarmış ve yapılması gereken reformları zaruri bir ihtiyaç hâline getirerek artık zorunlu kılmıştır. Bu sebeple Osmanlı’daki en önemli yenileşme hareketlerinin yaşadığı alanların başında ordu gelmektedir. Nitekim Ömer Seyfettin’in askerlik geçmişinin, fikir dünyasına önemli yansımaları olduğu söylenebilir. Milliyetçilik akımının, dünyayı iyiden iyiye etkisi altına aldığı 19. yüzyılda çağın şartlarına uyum sağlamada bir hayli geciken ve kozmopolit bir yapıya sahip olan Osmanlı Devleti’nde çözüm önerilerinin temel dayanağı olarak Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük akımları gündeme gelmiştir. Tanzimat Fermanı (1839), I. Meşrutiyet (1876) ve II. Meşrutiyet’in İlanı (1908) gibi yeniliklerle devletin bütün unsurları ile ayakta kalmasını hedefleyen Osmanlıcılık fikri çöküş yaşamış, halifelik makamına dayanılarak Müslüman halkın bir arada tutulması gayesinde olan İslamcılık fikri başarıya ulaşamamış ve nihayetinde Türkçülük akımı, kurtuluşun tek yolu olarak kabul edilmiştir. 

Bu dönemde, Türkçü aydınlar kurtuluşun reçetesini tayin etmek üzere harekete geçmişlerdir. Osmanlı Devleti’nde yenileşme hareketleriyle başlayıp Cumhuriyet’in inşasına dek uzanan bu meşakkatli yolda, Ömer Seyfettin gibi Türk milliyetçisi münevverler oldukça önemli roller üstlenmiştir.

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski